HAZRETİ HAK OLUNCA MEDDAHIN
NİCE MEDH EYLEYE, SENİ YAHYA
(Şeyhülislam Yahya Efendi)
Emzirecek çocuk almamış olan hanım kaldı mı?
Halime hatun, çaresizlikten tan bunalmış bir anda iken karşıdan gelen yaşlı biri böyle sesleniyordu… Badiyeli hanım duraladı. Ümid ve itimad veren tavrı; soylu hali ile dikkati çeken bu adam kim ki? yanındakilere soruyor:
-Kim bu zat?
-O Kureyş’in efendisi Abdülmuttalib’dir.
Verilen bu bilgi üzerine Halime, Abdülmuttalib’e giderek kendisini tanıtıyor ve çocuk bulamadığını arz ediyor.
Yaşlı adam, hanımın ismini Halime ve aşiretinin Beni Sa’d olduğunu işitince tebessüm ederek:
Sende iki haslet bir araya gelmiş kızım,diyor. İsmin yumuşaklık, aşiretin mübarek manasını taşıyor. Zaten bu dünya ve öte dünyanın kıymeti bu iki güzelliktedir… ey Halime! Benim yetim bir torunum var. senin bütün arkadaşlarına söyledim, babası olmadığı için almadılar. Emeklerinin boşa çakacağını, ellerine bir şey geçmeyeceğini tahmin ediyorlar, yanıldılar tabii.
-Efendim müsaade ederseniz kocama gidip danışayım.
-Serbestsin. Seni asla zorlamıyorum, diyen gün görmüş ihtiyar, Badiye’li kadına izin verdi.
Bir solukta kocasına gelerek vaziyeti anlattı. Halime’nin yeğeni de o sırada yanlarına gelmişti.
Haris, hanımı dinledikten sonra:
-Halime hemen git ve o çocuğu getir! Allah, bekli de o yetim sebebiyle bize hayır ve bereket verecektir. Başkalarının almasından endişeliyim; vakit kaybetme.
Fakat Halime’nin kardeşi oğlu zihin bulandırdı:
-Yazık oldu. Beni Sa’d’ın öbür kadınları, hizmetleri sonunda yüzlerini güldürecek evlerden çocuklar topladı; siz ise kendinize yük olacak babasız birini alıyorsunuz, demez mi!
Halime, bir an tereddüde düştü… gitse mi, gitmese mi? Ses kafasında yaklaşıp uzaklaşıyor “yük olacak babasız biri…”
O böyle kararsız iken kalbine bir ilham doğdu.
-“Eğer o yavruyu kabul etmezsen ölünceye kadar iflah olmazsın…”
Halime, düştüğü vesveseden hemen sıyrılarak niyetini bozan genci cevaplandırdı:
-Arkadaşları birer çocukla giderken Halime’nin eli boş dönmesi yakışır mı? Vallahi O’nu alacağım. Varsın babasız olsun; dedesi de mi yok? O zatın büyük bir insan olduğu belli. Rüyamın müjdeler taşıdığı inancındayım, aklımı çelme!…
Bunu der demez, doğru kendisini beklemekte olan Abdülmuttalib’e koştu ve çocuğu götüreceğini söyledi.
-Ey Halime oğlumu emzirmeyi kabul ettin, öyle mi?
-Evet kabul ettim!
Dedenin içi sevinçle doldu. Hemen şükür secdesine vardı, torunu ile Halime hatun’a dualar etti ve sütanneyi, öz anneye götürdü.
Eve girdiklerinde yüzü ayın on dördü gibi nurlu Hazret-i Amine’yi gören Halime’nin gözleri kamaştı.
Abdülmuttalib, Misafiri gelinine takdim ediyor. Aziz anne, Halime’yi sıcak bir alaka ile karşılayıp, izzet ikram ettikten sonra bir ara:
-Üç gün önce bana biri gelerek “Oğluna sütanneyi Beni Sa’d kabilesinin Züveyb oğullarından tut” diye tembihledi. Siz kimlerdensiniz?
Halime:
-Beni Sa’d bin Bekr Kabilesindenim. Babam Züveyb oğullarındandır.
Bunun üzerine Hazret-i Amine, misafirinin elinden tutup yavrusunun olduğu odaya götürür… sütanne, nebiler sultanını gördüğü ilk anı bilahare şöyle tasvir edecektir.
Süt gibi beyaz bir sofa sarılmış; altına bir yeşil ipek kumaş serilmişti. Sırt üstü uyuyan yavrunun güneş gibi parıldayan yüzünden başka, alnında nur-u ilahi görülüyor ve bebekten misk kokusu geliyordu. Yumuşak adımlarla yanına sokuldum. Uyandırırım diye korkuyordum. O’na bir can ve bin gönülle aşık oldum. O sırada bütün damarlarımdan göğsüme süt aktığını duyuyordum. Elimi mübarek göğsüne koyarak severken uyandı; gözlerini açıp bana baktı ve gülümsedi. Böyle güzel yüzü ömrümde görmemiştim. Gözlerinden çıkan bir nur, göklere yükseldi. İki kaşının arasını öptüm. Berrak gökler misali aydınlık yüzünü örterek, incitmeden kucağıma aldım. Sedire oturup sol göğsümü verdim, almadı; sağımdan emdi ve daha sonra da bir gün bile solumdan emmedi. Sol göğsümü süt kardeşi Damra’ya bırakmıştı.
Peygamberimiz, doymadan, damra annesinin yanına gelmiyor. Halime Hatun emzirme sonrasında, kainatın efendisinin ağzını silmek istediği her defasında görünmez pamuk ellerin bu hizmeti yaptığını hayretler içinde takip ediyor.
-Benden ilk emdiğinden neşe ve saadetimden kendimi zor tutuyor ve süt evladımızı bir an evvel kocama götürmek istiyordum, diyen Halime Hatun, Abdülmuttalib’in şu iltifatını naklediyor:
-Hanımlar içinde senin gibi bir devlete kavuşan olmadı! Tebrik ederim!
Annelerin en üstünü, Halime Hatun’a:
-Aman, der, haberim olmadan yola çıkmayın. Zira çocuğa dair bir çok akıl almaz vakıalar yaşadım.
Halime anne:
-Peki efendim, diyerek mübarek yavru ile beraber kocasına gider. Haris hayran, memnun ve:
-Ey Halime şu yaşıma kadar kimsede bu kadar güzel yüz görmedim, diyerek şükür secdesinde.
Uyanık kalpli Haris ve hanımı bir yer bularak Mekke’de üç gün kalırlar. Halime hatun, iki çocuk emzirdiği haled, hayret, sütünde hiç eksilme yok. Deve de süt vermeye başlıyor.
Üçüncü gece süt anne bir ara uykudan gözlerini araladığında beşiği bir ışığın çevrelediğini ve şil elbiseler giymiş nur yüzlü birinin bebeğin baş ucuna oturmuş olarak yüzünü öptüğünü görür ve kocasını sessizce uyandırarak manzarayı ona da gösterir.
Haris gözleri beşikte olduğu halde fısıltı ile:
-Halime, bu çocuğa dikkat etmek lazım. Sütanneliğe gelenlerin içinde bizden şanslısı yok, der, ve devem eder, olanları kimseye anlatma; böyle şeyleri saklamak lazımdır.
Halime hatun her üç gün de Hazret-i Amine’ye gelerek şahid olduğu hadiseleri anlatıyor; O’ndan benzerlerini dinliyor ve her defasında özanne, sütanneye çocuğun iyi muhafazası ricasını tekrarlıyor.
-Nihayet bir gün Amine Hatun’a giderek müsaade alıp veda ettim. bana bir çok hediyeler verdi ve emsalsiz yavruyu güzel yetiştirmem dileğini vasiyeti olarak bildirdi.
Halime hatun ve kocası, rüyada işaret edilen çocuğa kavuştuklarından emin olmanın tarifsiz huzuru içindeler.
Sütanneler kervanı, dönüş yolunda, Halime Hatun, kainatın baş tacı kucağında olduğu halde bir merkebin üzerinde:
Daha sonra bu yolculuğu şöyle hikaye ediyor:
Mübarek yavru ile birlikte merkebe bindiğimizde hayvan önce yüzünü Kabe-i Şerif’e çevirdi ve yıldırım gibi yola koyuldu. Gelirken ite kaka zorla sürdüğümüz merkebin bu çevikliği karşısında arkadaşlarım şaşırdılar. Bir kısmı:
-Halime neler oluyor ayol? Yetişemiyoruz. sana. Şunun yularını biraz dizginle de kavuşalım, diye seslenirken, bazıları:
-Bu hayvan, Mekke’ye gelirken kendini bile taşımaktan aciz merkep değil mi yoksa? diyorlardı. Benden:
-Evet aynı merkep, cevabını alınca da zeki kadınlar:
-Bunda bir sır olmalı, diyorlardı.
Artık Mekke gerilerde…
Kervan, kıvrılan patikada ahenkli adımlarla Badiye yolunu kat ederken Halime adeta, arkadaşlarından ayrı bir alemde yol alıyor.
Tabiat, elem verici bir halde. Yer demir, gök bakırcasına her taraf kupkuru.Ama, kervan nereye konsa çevresinden hayat fışkırıyor. Biraz evvelki göz bıktıran, gönül yıldıran manzara, yerini zümrüt renkli bir iklime bırakıyor.
Yorulacak kadar gittikten sonra bir münasip yerde yine mola verdiler. Daha önce başkaları da gelmiş. Bir de ihtiyar bir adam var.
Kadınlar, Halime anneye görüp işittiği garip halleri yaşlı kişiye aktarmasını rica ediyorlar. Zira hepsi merak içinde.
-Efendim, izin verirsen sana bir şey arz etmek isterim.
-Söyle!…
Kalabalık, Halime ile ihtiyarın etrafını almış ağızlarının içine bakıyorlar:
-Kucağımdaki çocuğun annesi der ki “oğlum dünyaya geldiğinde beni öyle bir nur sardı ki, onun aydınlığında arzın öbür ucuna kadar her şeyi gördüm. Bu neye delalet eder?
Halime, safçasına sorup sevap beklerken bir çılgınlıkla karşılaştı. Sakalının her kılından kötülük akan yaşlı şahıs, yerden bir avuç toprak alıp başına saçtıktan sonra gözünü, göğün derinliklerine dikip ağlayıp haykırmaya koyuldu ve merhametsiz çatlak dudaklarından mel’unca laflar döküldü:
-Ey Ehl-i Huzeyl bu çocuğu öldürün! O büyüdüğünde bütün dünyaya hükmedecektir. İlahi emri alacağı günü bekliyor!…
Sütanne dehşetli korktu ve sür’atle karanlık bakışlı ihtiyarın yanından ayrılarak kervanla birlikte Badiye’ye vasıl oldular.
Yetimliği yüzünden kimsenin almadığı yavru, Haris’in evine geldikten sonra bu hane, her türlü sıkıntıya uzak oldu. Yokluğun yerini bolluk almış, üzüntüler neş’eye dönmüştü. Develeri, koyunları bol süt veriyordu. Bütün Beni S’ad kabilesinin sürüsü aynı kırlarda yayıldığı halde öteki koyunların bitkinliğine mukabil Haris’in hayvanlarındaki bu canlılık, komşularda kendi çobanlarına karşı kızgınlığa yol açıyor ve onları beceriksiz buluyorlardı.
Beni S’ad erkekleri, koyunları sütsüz ve bir deri bir kemik gördükçe çobanlara çıkışıyorlardı.
-Haris’in çobanı hayvanlarını nerede otlatıyorsa siz de bizimkileri oraya götürün!…
-Evet, sürüyü aynı yerlerde gezdiriyoruz. Lakin bizimkiler böyle, onlarınki öyle…
-Sebeb?
-Siz bilmezsiniz biz hiç bilemeyiz!….
Beni Sa’d mensupları beyhude üzülüyordu. O, bütün aleme rahmet olarak gelmişti ve oraya varışının bereketi elbette zuhur edecekti.
Nitekim, kısa bir süre sonra Badiye yaylasında ne kıtlık kaldı, ne sıkıntı, ne kuru ağaç… Tabiat yeniden renk renk, koku koku canlandı. Solgun yüzlere kan, kaygılı kalplere şevk geldi…
Halime anne, O’nun üstüne titriyor…
Alehisselatü vesselamü vettehiyye.