Dostlar,
Başbakanımız Sn. Erdoğan ile birlikte, Yeryüzü Doktorlarını temsilen Cuma günü Somali’nin başkenti Mogadişu’yu ziyaret ettik. Haftalardır izlediğimiz, haftalardır yardım çağrıları yaptığımız, haftalardır içimizi acıtan insan hikayelerine ağladığımız Doğu Afrika felaketine tanık olduk. Bedeni ve ruhu yaralı insanlara, yeryüzünün unutulmuş ülkesine, bir hayalet şehre dokunduk. Bir dakika sonrası için bile hayal kuramayan insanların varlığına, hayatına, dramına birkaç saat için de olsa şahid olduk.
Şahid olmak sorumlu olmaktır. Ben şahid oldum, şimdi daha çok sorumluyum. Sizi de anlatacaklarıma şahid kılıyorum, artık siz de sorumlusunuz. Şahid ol Yarab!
Ben, Somali’de, yitirilmiş umutların, kayıp giden hayatların, göz pınarlarını kurutan yığınla acının tanığı oldum. Zaman tünelinde belki 100 yıl geriye gittim; “biz buradayız, bu haldeyiz; siz neredesiniz, insanlık nerede” diyen bakışların tanığı oldum.
Yeryüzünde…Afrikada…Somalide…Mogadişuda…Bir anne ve kucağında can çekişen yavrusunun tanığı oldum. Bir varmış, bir yokmuş misali aniden yok oldu yavrucak. Zaman dondu adeta. İnsanlığımdan soyundum. Acziyetimi büründüm. Anın vacibi utanç da olsa az gelirdi, utandım.
Düşündükçe ürperdim: Hesapların görüldüğü günde, cansız bedenleri çöplüklere atılan Somalili çocuklara “hangi suçlarından öldükleri” sorulduğunda… Biz ne diyeceğiz? Biz, Somali’de, Kenya’da, Etyopya’da boncuk gözlü çocukların bir yıldız gibi bu hayattan kayıp gitmesini seyrettik insanlık olarak. Koca bir dünya idik, BM idik, süper devletler idik, petrol kralları idik. Ama köpek mamalarına verdiğimiz paranın yarısını bile ayıramadık, o masumlar açlıktan sürünerek ölmesin diye… Bizi affet ey Somalili, Kenyalı, Etyopyalı, Sudanlı çocuk! Bizi affet!
Somali, çağın siyah aynasıdır. Eğer topyekun insanlık, o aynaya bakmaya cesaret ederse, unuttuğu bu coğrafyada başkalarının doymak bilmez iştahları yüzünden aç ölen insanların acısını pervasızca seyreden kendi çirkin yüzünü görecektir. Aç ve muhtaç bırakıp, kavga ve çatışmalarından nemalandığı, katillerinin elinden lütfen gelecek üç lokma ekmeğe mahkum kıldığı masumların; merhamet ve vicdanını kızgın çöllerde bırakıp sahra yolcularına tecavüzü zevk edinen vahşilerce kirletilince “canımı da al Yarab!” diye semalara avaz eden çaresiz annelerin âhı birgün yeryüzünü tutacaktır.
Yeryüzünde fukaralığın ve mahrumiyetin mekanı olmuş nice yerler gördüm: Kahirenin mezar evleri, Yemen’de San’a’nın yoksul varoşları, Johannesburg’un kaderine terk edilmiş Soweto’sunda teneke evlerde yaşanan acı hayatlar , Keşmir dağlarındaki özgürlük savaşçılarının kampları, Nijer çöllerinde tek gıdası darı olan çocukların uyuduğu sazdan barakalar, sefaletin kol gezdiği Filistin mülteci kampları, Rio’nun isyankar gettoları, Kenya sahrasında medeniyetle tanışmamış Masai köyleri… Hiçbiri ama hiçbiri önceki gün Mogadişu’da, mülteci kamplarında tanığı olduğum tarifsiz sefaletle kıyas edilemezdi. Burada can çekişen sadece o masum insanlar değil, topyekun insanlığın kendisiydi. Gördüğüm ve görmediğim yeryüzü coğrafyasının hiçbir yerinde milyonlar açlıktan ağlayarak ölmezdi. Somali’de ölüm, açlıkla silah arasında kurulmuş karanlık bir tuzaktı. Hangi tarafa kaçsan sonuç aynıydı: Ölmek ya da ölmek…
Onbinlerce insan; bebek, çocuk, genç, yaşlı, kadın, erkek… Etrafı dikenli tellerle çevrili, çöpün, lağımın, hastalığın, perişanlığın kol gezdiği kamplara toplanmış… Aylarca yıkanmadan, günlerce yemeden, yıllarca gülemeden yaşıyor. Yaşamak denirse… Herbirine bir insanın zor sığacağı, sopalara paçavraların sarıldığı barınaklarda birer ikişer aile… Gıda, su, hijyen, ilaç, aşı, şefkat, ilgi… Temel insan ihtiyaçlarının hepsinden mahrum halde ölümün nefesini duyuyorlar enselerinde. Bütün bir dünya bir hayaleti izler gibi nefesini tutmuş, bir film sahnesini seyrediyor adeta. Uzaktan, steril bir şekilde… Ve biz giriyoruz onların bu yeknesak dünyasına. Tenlerine, bedenlerine, ellerine, yüzlerine dokunuyoruz. Yoksulluklarını, çaresizliklerini kısa süreliğine de olsa sarıp sarmalıyoruz. Sevgiyle, şefkatle, çekinmeden kucaklıyoruz bebeklerini, ihtiyarlarını… Bir saman alevi gibi, bir köpüğün sönmesi gibi, o masum yüzler bir an aydınlanıp sonra yine aynı karanlığın içine yuvarlanıyor. Tarifsiz acılar ülkesinin güzel insanları…
Şimdi kıyam zamanıdır dostlar; açıkta ve gizlide, gecede ve gündüzde kıyama durup, Arzın ve Semanın Sahibine açalım ellerimizi ve yakaralım: “Cennet kokulu çocuklar ölmesin, anneler kan ağlamasın; yeryüzünde, Somali’de, Afrika’da…”
Bilal’lerin, Necaşi’lerin ülkesi yangın yeri. Sessiz çığlıkları dinsin, bütün bir beşeriyet o masumların âhıyla hâk ile yeksân olmasın diye bu yangına su dökme zamanıdır dostlar. Gelin hep birlikte şu mübarek iklimde, sevdiklerini geride bırakıp Somaliye, Kenyaya, Etyopyaya koşan tüm şefkat elçilerinin, yardım kurumlarının, Yeryüzü Doktorlarının kutlu çabasına destek verelim. Rabbimizin Beled suresindeki emrine uyalım ve varlığımızı yoksulluğun kurbanlarına harcayalım: “Yahut şiddetli bir açlık gününde kendisiyle yakınlığı olan bir yetimi, yahut yerde sürünen bir yoksulu doyurmaktır”.
Vareden’in Maun suresindeki kınamasından emin olmak için, inancımızın ve ibadetimizin hakkını vermek için, Rabbin rızasına ermek için davranmak zamanıdır dostlar: “Hiç bütün bir ahlakî değerler sistemini yalanlayan [birini] tasavvur edebilir misin? İşte böyle biridir, yetimi itip kakan, yoksulu doyurma arzusu/gayreti duymayan. Yazıklar olsun şu namaz kılıp duranlara, onlar ki kalpleri namazlarına yabancıdır, onlar ki niyetleri yalnızca görülüp takdir edilmektir, ve üstelik onlar, [insanlara] en ufak bir yardımı bile reddederler!”
Dilerim Rabbimden: Merhamet ete-kemiğe bürünsün, iyilik tüm yeryüzünü kuşatsın.
Prof.Dr.M.İhsan Karaman
Yeryüzü Doktorları Türkiye
Yönetim Kurulu Başkanı