İnsanlığın en tuhaf, en üzücü hallerinden biri olarak görmemek mümkün müdür bu aslında tek yumurta ikizi olmaya son raddede yaklaşmışken yumurtanın ikiye ayrılma sürecini bir şekilde tamamlayamamasıyla 1/100,000 oranında rastlanan tüyler ürpertici yazgıya mahkum olan siyam ikizlerini?
istatistikler diyor ki, tüm siyam ikizlerinin yalnızca yüzde on beş kadarı yaşayabiliyor. sırf doğum bile öyle ciddi bir travma oluyor ki onlara (ah, anneden bahsetmiyorum bile), yüzde kırk-altmış arası zaten ölü doğuyorken, yüzde otuz beş civarı bir gün boyunca yaşamak hissine eriyor, ötesini göremiyor. nedenini bilemiyorum, ama yaşayabilen siyam ikizlerinin de yüzde yetmişinden fazlası kızmış, en azından son beş yüz yıl boyunca kayıtlara geçmiş yaklaşık altı yüz siyam ikizinde hal bu olmuş.
siyam ikizi tabirinin hikayesi de hoş değil midir? muhtemelen bir kısmınız biliyor, bir kısmınız bilmiyor ki (aslında üçüncü bir ihtimal de yok, ama çok sert durmasın diye muhtemelen kelimesini ekledim oraya), bir zamanlar siyam denilen ülkenin adı 1939 yılında geçirdiği askeri darbenin ardından, “özgür kişilerin ülkesi”, yani tayland olmak üzere değiştirildi, “tamam, darbe, cunta, sıkıyönetim, ama gerçekten, gerçekten özgürsünüz” gibi bir anlayışın ürünü olacak..
işte siyam’ın tayland olmasına daha bir 128 yıl kadar varken, 1811’de, ülkenin küçük bir köyünde birbirlerine göğüslerinden yapışık erkek ikizler doğar. öyle sansasyonel, öyle şaşırtıcı bir doğum olur ki bu, düşünün ebeler bile lanetleniriz diye onlara dokunmaktan kaçınırlar. cehaletin ve batıl itikadın kol gezdiği bu köyde doğumlarının hemen ardından “canavar” damgası yer ve hatta kıyamet habercisi* addedilirler sonradan adları chang ve eng koyulacak olan bu yavrular. olayı duyan kral onları ölüm cezasına çarptırır hiç durmadan, lakin anneleri izin vermez buna; görünen o ki, kral da üstelemez fazla, hayatta başka meşgaleleri vardır belli ki. doktorların, şarlatanların “çocukları ayırmayı deneseydik bir yahu” şeklindeki talepleri de anne tarafından ısrarla reddedilir. ve bu şekilde chang ve eng hayatlarının geri kalanında çevre koşullarına uyum davranışının nerelere kadar uzanabileceğinin çarpıcı bir örneğini verme fırsatına kavuşurlar tekmil aleme.
uzatmayacağım. on dört yaşlarındayken bir müteşebbisin teklifiyle ve ekonomik yönden az çok sömürülerek yurtlarından ayrılır, ingiltere’de, amerika’da turlara, şovlara çıkmaya başlarlar. izleyicilerin önünde yürürler, koşarlar, ne bileyim zıplar, badminton benzeri bir oyun oynarlar aralarında, ve bir de kitlenin sorularını cevaplarlar. saygı gördüklerini, şaklaban gibi, maymun gibi algılanmadıklarını yazıyor tarihler lakin. köylerinden çıktıktan sonra gittikçe kültüre, sanata meraklı, incelmiş insanlar olmaya başladıklarını da yazdıkları gibi.
ve dünyanın o ana kadarki en ünlü yapışık ikizleri olurlar eng ve chang, siyam ikizi ifadesiyle “yapışık ikiz” ifadesini eşanlamlı hale getirecek kadar..
karakterlerine de değinmek istiyorum ben ikilinin, zira çok ilgimi çekti. bilmem bilir misiniz, tanık olmuş musunuzdur hiç, ikizlerde, normal ikizlerde diyeyim, genel bir eğilim vardır: bir taraf daha dışadönük, daha canlı, daha konuşkan olurken diğer ikiz kendi iç dünyasına daha meraklı, entelektüel zevklere daha düşkün, daha sessiz, daha çekingen olur. bunu ana rahminde ikizlerden birinin daha rahat hareket etmesiyle, kardeşini her yönden engellemesiyle ilişkilendiren bir teori duymuştum bir zamanlar, ama hiç manalı gelmemişti kulağıma doğrusu, sevmemiştim fikir olarak (teorileri bu şekilde değerlendirmenin ne kadar sağlıklı, ne kadar bilimsel bir yaklaşım olduğunu da varın siz takdir edin).. diyeceğim odur ki, eng ve chang için de geçerliymiş bu genelleme aynen; chang baskın, eng çekinik ikiz olmak üzere. bununla beraber düşünce, duygu, zevk, alışkanlık ve fikirlerde korkutucu, telepatik denecek ölçülerde yakın, uyumlu imişler aynı bedeni paylaşan bu ikili.
uzatmayacağım deyip uzatmak tamamiyle burcumla ilgili bir özellik, o yüzden özür dilemeyeceğim. ikizlerin herkesin ilgisini çekeceğini sandığım evliliklerinin hikayesi anlatıp uzaklaşacağım. zannederim ki 28-29 yaşındayken chang-eng ikilisi show business’dan yorgun düşmüş bir haldedirler ve sadece amerikan vatandaşlığına başvurmakla, bunker soyadını almakla kalmaz, aynı zamanda north carolina’da büyükçe bir arazi edinip çiftçiliğe başlarlar. ilk önce chang’ı vurur aşk orda, köyün en güzel kızlarından (bütünüyle salladım açıkçası bu güzellik kısmını etkileyici dursun diye) on yedi yaşındaki addie’nin kişiliğinde. two is company three is a crowd deyişinin bundan daha fazla yakıştığı bir bağlamı tahayyül etmekte güçlük çekiyorum doğrusu. bu bambaşka ilişkiye addie’nin bir yaş büyük ablası sally katılır bir zaman sonra, eng’in partneri olarak elbette.
kadınların kaçı bir siyam ikiziyle evlenmeyi ister, istemeyi bıraktım göze alabilir bilemiyorum, ama sally ve addie bu uğurda sadece ebeveynlerine değil içinde yaşadıkları komünitenin bütününe karşı çıkmaktan kaçınmazlar. işte bu sırada eng ve chang da ciddi olarak ayrılmayı düşünür, ameliyat için uzak diyarlara giderler. sevgilileri peşlerinden gözyaşı-kıyamet doktor ofislerini basacak, bu riskli ameliyattan vazgeçmeye ikna edeceklerdir onları, aşk budur.
gerçekleşir bu izdivaç nihayetinde. iki ikiz yataktan oluşan yatak odalarında işler nasıl yürüyordu bunu da tasavvur edemiyorum şahsen, ama chang’ın on, eng’in ise on bir çocuğu olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. burcum gereği çok nazik, çok kibar bir yaratılış sahibi olmasaydım “oha” diyebilirdim şu noktada yani.
entryinin bitmesi için bu zamanında çok, gerçekten de çok ünlü olmuş ikizlerin 63 yaşında, birbirlerinden üç saat arayla ölmeleri gerekecek sevgili okur. önce zaten hep daha sağlıksız bir yaşam tarzı sürmüş chang, sonra da bu şoka, bu acıya dayanamayan eng olmak üzere.. sene 1874, aylardan ocak iken. bu yazının yazılmasına daha bir 128 yıl kadar varken