ÇAĞIN SİYAH AYNASI

6 Temmuz 20120

AIDS virüsünün kaynağıyla ilgili korkunç şüphe… Yine Kongo. Yine ölüm. Ve Afrika.
 
Yazı: Özcan Yüksek
 
Leopold’un askeri tarafından cezalandırılan Bolenge ve Lingomo’nun kesik bileklerini gösteren Kongolular, İngiliz misyonerleriyle. Yıl 1904.
 
Şu yeryüzünde acıların en büyüğünü çekmiş, ama tarih boyunca acıların en büyüğünü çekmiş, zulümlerin ve ölümlerin en    fazlasını yaşamış coğrafya parçası, ülke, halk, hangisidir?

İnsanın aklında, ürkütücü bir yarış başlar; kurbanlar ve cellatlar resmi geçit yapar.
İnsanın aklında, toplu mezarlar açılır kapanır, odalara gazlar dolar, kılıçlar gövdeleri böler, asitler teni eritir, mantar bulutlar yükselir, ölüm battaniyelerini örter üşüyen çekik gözlü çocuklar. İnsanın aklında acılar yarışır, ama hangisi hangisinden daha korkutucudur bulunmaz. Bulunmaz çünkü; karanlık, karanlıkla karanlık yarışındadır.

İnsanın aklından Yahudiler, Kızılderililer, Çingeneler, komünistler, Cezayirliler, Hintliler geçer. Filipinliler, Çinliler, Türkler, Ermeniler, Boşnaklar geçer.

Daha eskilere gidince daha korkunç manzaralar çıkacağını sanır insan ama öyle değildir. Cengiz Han’ın Herat’ta, Nişabur’da milyon üstü milyon insanı öldürmesi bile sekiz yüz yıl sonra yapılanlara yetişemez.

Ama çok az insanın aklından geçen acı tablolarında, şimdi söyleyeceğim ülke yer alır. İllaki acıların en korkuncunu seçmemiz isteniyorsa, ben işte o ülkeyi seçerdim. Hem en çok öldürüldükleri için, hem kimse bilmediği için, hem bu ölüm hâlâ devam ettiği için, hem bu ölüm, maymunlarına kadar yayıldığı için, hem bu ölüm belki isteyerek belki istemeyerek insandan insana bulaşan bir sonuç doğurduğu için, hem de bu ölüm aşkla bulaştığı için.

Burası Kongo’dur. Karanlığın Yüreği.

On dokuzuncu yüzyıla değin, Afrikalıların çoğu tarımla, haycancılıkla uğraşıyor, kırsal alanda yaşıyorlardı. Kauçuk, altın, gümüş ve elmas peşindeki emperyalistler, Afrika-Amerika köle sisteminden bu yana en büyük zorla çalıştırma sistemini kurdular. Ama bunların en dehşetlisi Belçika Kralı II. Leopold’un Kongo’yu ele geçirip, bu bölgeyi kendi kauçuk plantasyonları için yıllarca kullanması oldu. Toplam 11-15 milyon Kongolu bu plantasyonlarda soykırımsal bir katliama maruz kaldı. Sayısı bilinmeyen kadar Kongolu da, bir eli bileğinden kesilerek cezalandırıldı.

Aslında bu soykırımın başlangıcını, dünya medyasında ve bilim çevrelerindeki terminolojiyi bir anımsamakta yarar var. O kadar da bugünkü duruma benzer ki. Kral 2. Leopold, 1876’da Brüksel’de bir uluslararası coğrafya konferansına sponsor olur. Saygın coğrafyacılar, antropologlar, kâşifler katılımcıdır. Amaç Kongo bölgesini “uygarlaştırmak” Arap köle tacirlerinden kurtarmaktır. Bakınız Türkiye’de bir tarihçimiz, Afrika’da Osmanlı’nın köle ticareti yaptığına ilişkin bir kitap yayınlamış ve Türkiye National Geographic dergisine de bir makale yazmıştır. Afrika’dan bir yüzyılda bir milyon köle getirildiğini iddia etmektedir. Nerededir bu siyahlar?

Leopold konferansı şu dokunaklı sözlerle açar:
“Gezegenimizin henüz içine girilmemiş yegâne parçasını uygarlığa açmak için, tüm insanların üzerinde asılı duran karanlığı deşmek için, cesaretle şunu söylüyorum ki, bir sefer düzenlemek yüzyılın ilerlemesi için gereklidir.”

İki yıl sonra “Comité d’Études du Haut Congo’yu kurdu, yani “uluslararası ticaret, bilimsel ve insani yardım” kuruluşunu kurdu. Dört yıl sonra Kongo’da pek çok yeni yerleşim yeri kurmuş, bunlardan birine de Léopoldville (Bugünkü Kinsaşa) adını vermişti. 1884-85’te Türkiye’nin de katıldığı Berlin Konferansı’nda Afrika, emperyalistler tarafından bölündü. İşte, bundan sonraki 23 yıl, Kral 2. Leopold’un en kanlı dönemi olarak geçti. Yani soykırım, kitlesel kıyım, o meşhur 20’nci yüzyıla sarkmış oldu. Kongolular, Belçikalı krala, “Bula Matadi”
(Kayaları kıran adam) diyordu.

Bakınız otomobil henüz keşfedilmişti ve lastiğe ihtiyaç duyuluyordu. Lastik de o vakitler ancak Amazon ormanlarından doğal yolla elde edilebiliyordu. Daha ucuz ve kolay olsun diye kauçuk üretimini Afrika’da yapmaya başladılar. Bu ayrıntılar şu açıdan önemli, Avrupa nasıl zengin oldu, biz niye geri kaldık sorularıyla meşgul olurken Afrika’da olanları da hesaba katmak gerekir. Yalnız Afrika mı? Yalnız Endonezya, Filipinler, Hindistan mı? Yalnız Asya mı, Güney Amerika mı? Coğrafya, sarı çerçeveli gözlükle dünyaya bakmaktan fazla bir şeydir.

Kuş gribi paniği yaşıyoruz. Modern dünya, giderek daha çok panik toplumu haline geliyor. İnsan biyolojik olarak kendisini tehdit eden virüslerin sırrını çözdüğünde aslında toplumsal olarak kendisini tehdit eden sırrı da çözmüş olacaktır.

Deli dana, SARS, kuş giribi ve bunların içinde en önemlisi AIDS SIV-I virüsü. İşte, bunlardan sonuncusunun Kongo’yla büyük ilgisi vardır.

Uzun yıllar Afrika’da BBC için gazetecilik yapmış Edward Hooper’in “The River”(Nehir) adlı kitabında bahsettiği teoriye göre, AIDS’in kökeni Belçika Kongo’su.

Hooper’a göre, HIV virüsü insanlara, Afrika’da ırkçı amaçlarla uygulanan çocuk felci aşılarıyla geçti. Hopper’ın bu görüşü, önemli bilim dergileri Nature ve Science’da yayınlanan makalelerle reddedildi. Ne ki, Hopper’ı destekleyen ve kitabına önsöz yazan Oxford’lu çok ünlü bir evrimci biyolog da vardı: Bill Hamilton.

 

Vala bölgesinden Nsala, yeterince kauçuk çıkaramadığı için kesilen eline ve yine aynı gerekçeyle kesilen beş yaşındaki kızının bacağına bakıyor. Kızının adı Boali. Bu cezaları uygulayan şirketin adı Anglo-Belgian India Rubber Company. Tarih, 1900’lerin ilk yılları.
 
Bu teoriye göre, 1956-60 yılları arasında, Philadelphia Wistar Enstitisü’nden Hilary Koprowski kobay olarak kullanmak üzere bir milyon Afrikalıya ağız yoluyla çocuk felci aşısı verdi. Hooper’a göre, aşının yapımında şempanze hücreleri kullanıldı. Aşıdaki virüs şempanze hücrelerinde bulunan ve HIV’in atası olan SIV virüsünün gelişmesini sağladı. Hopper ve Hamilton, bu iddialarını Kongo’ya gidip tanıklarla konuşarak da desteklediler. Bu iddiaya karşı, Afrikalı “gönüllü”ler üzerinde çocuk felci aşılarını deneyen bilim adamları şunları söylediler: Maymunlardan hücre alınmadı, aşılarda HIV virüsü yoktur, bölgedeki şempanzelerde SIV virüsü yoktu, şempanze böbreklerinden alınan dokulardaki virüs aşıda canlı kalamaz, bu tarihten önce AIDS’ten ölen var.

Bu iddialara karşı cevaplar da var. Şu adresten konuyu ayrıntılı izlemek mümkün : www.aidsorigins.com. Ama özellikle son iddia, konuyu bizim anlamamız açısından ilginç. 1957’den önce AIDS’ten ölen var mı?

Manchesterli bir denizcinin bu tarihten önce AIDS hastalığından öldüğü ileri sürülmüştü. Laboratuvar testiyle kanıtlanarak. Manchesterli denizcinin izini de sürdü bu ikili. Hangi limanlara gelmiş, ne yapmış? O zamanki çalışma arkadaşlarını da bulup konuştular. Bu denizci Fas’ın küçük bir limanına gitmiş gemiyle, ama arkadaşlarına bakılırsa limana hiç çıkmamış. Bu ikilinin araştırmasına göre, MD eğer limana çıkmış ve geneleve de gitmiş ise bile bu küçük deniz kasabasında hiçr kimsede AIDS virüsüne rastlanmamış. Bütün bunları dahi araştırmış Hopper ve Hamilton. Sonunda, Manchesterli denizcinin AIDS’ten ölmediği, doksanlı yıllarda AIDS’ten ölmüş başka birisinin tahlilleriyle karıştığı meydana çıkmış.

Ayrıca Hooper, iddiasını dayandırdığı araştırmasını, pek çok kıtadaki AIDS’lileri bularak yapmıştı. En eski AIDS vakaları, yani 1980 öncesi ve daha da öncesi vakaların yüzde 87’den fazlası, HIV-1 virüsü, CHAT adı verilen çocuk felci aşısının uygulandığı kentlerde ortaya çıkmıştı. Ve bunların hepsi de aşı uygulamalarının yapıldığı yerlere en fazla 100 mil uzaklıkta yaşıyordu.

HIV-1 virüsünden ölen en eski kişinin tarihi 1959 ve burası da Leopoldville.

Bill Hamilton ve bilim arkadaşı Edward Hopper, AIDS’in Afrika’da yayılmaya başladığı ülkelerin hepsinin eski Belçika sömürgesi olduğunu fark etmişlerdi. Bu ülkeler Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Brundi ve Ruanda’ydı. Şaşırtıcı bir şekilde Uganda ya da Gabon değildi.

Burada benim dikkatimi çeken, şu anda en çok AIDS’in rastlandığı ülkeler arasında bugünkü Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nin oranının çok düşük, yalnızca yüzde 4.9 olması. Buna karşılık hemen yakınındaki Zambiya’da yüzde 16.5, onun altındaki Zimbabve’de yüzde 24, Bostvana’da ise yüzde 37.3 oranında AIDS hastası var. Ne ki, Afrika AIDS’in kökeni olsa bile dünyada bu virüsü taşıyanların sayısı BM rakamlarına göre 40 milyon (Bunun 25 milyonu Afrika’da, Sahra altında.) Bu verilere ABD Nüfus Ofisi’nin istatistiğini de eklemek gerekirse, Demokratik Kongo Cumhuriyeti şehirli nüfusu, yüzde 25-40 aralığında risk taşıyarak ikinci derecede yer alıyor.

Hooper şunu soruyordu: Bu virüs maymun eti yendiği için insana geçmiş ise neden, daha önce yoktu ve köle ticareti yoluyla başka kıtalara yayılmadı?

Hopper’ın bizzat kendisi, AIDS’in sebebinin 1957-60 Batı Afrika çocuk felci aşısı uygulaması (Yani insanları domuz yavrusu gibi kobay olarak kullanmaktan söz ediyoruz) olduğuna yüzde 97 olarak inandığını söylemişti bir New York gazetesine. Yani kendi teorisinin ne kadar güçlü olursa olsun henüz bilimsel olarak kesin bir kanıt olmadığını ifade etmişti.

Kanıtlanması için bir yol var aslında. Hamilton’ın arkadaşı olan tanınmış evrimci biyolog Matt Ridley’in bir İngiliz gazetesine yazdığı makaleden öğreniyoruz ki, Kongo’daki aşılamayı yapmış olan Pliladelpia kökenli Wistar Enstitüsü, muhafaza altında tuttukları bu aşı örneklerini test yaptırmayı kabul etmiyorlar. Buna karşılık İsviçrelilerin elindeki benzer üç aşı örneği negatif sonuç verdi. Ama Hooper ve Hamilton’un tüm ısrarlarına rağmen aşılarda hangi tür primatın (kuyruksuz maymun türünün) kullanıldığının test edilmesini İsviçre kurumu da reddetti. Ridley, bu eski aşıların şempanze dokularından yapıldığına ilişkin “güçlü kuşkuların” bulunduğunu belirtiyor ve Kongo’da Kisangani yakınlarındaki tıbbi kampta yüzlerce şempanzenin kurban edildiğini söylüyor. “Hamilton, Kisangani çevresindeki şempanzelerden dokular topluyordu ve bunların HIV virüsünün küresel salgına yol açan “M” bulgusunu taşıyıp taşımadığını test edecekti. Bu doğrulanırsa, dava gerçekten daha güçlü olacaktır.”

Ridley, tıp ve biyoteklojinin insanlık yararına olduğuna inandığını söylüyor ve bu tür tartışmaların bu çabaları zedelediğini söylüyor, ama Hamilton’ın teorisinin doğru çıkması halinde ise şunun ortaya çıkacağını söylüyor:

“Bunun anlamı, kolonyalizmin son mirası da tam anlamıyla bir salgın yüzünden 16 milyon Afrikalı öldü ve kıtanın tamamında ortalama ömür kısalmış oldu.” (Daily Telegraph 1 Mart, 2000)

Ridley, bu makalesini, arkadaşı Bill Hamilton’ın, yazık ki, Kongo’dan aldığı bir mikropla ölmesinden bir hafta sonra yazmıştı.

İngiliz bilim adamı, doktor hatasıyla virüs yayılması olayının daha önce de olduğunu söylüyor. “Iatronic” adı verilen bu sebep yüzünden öldürücü Ebola virüsünün de insanlara sıçradığını belirtiyor. Ne ki bu olayda bir “doktor hatası”ndan daha fazla bir neden var. Bir milyon insanın kobay olarak kullanılması.

AIDS’in kirli bir iğneyle yayıldığı, Afrikalıların şehirleşmesiyle yayıldığı, Afrikalılar maymun yedikleri için yayıldığı yolunda teoriler de var. Bundan çok daha fazla kişi -ki aralarında, Nobel Barış Ödülü almış olanlar, Afrikalı bilim insanı olanlar, politikacılar da var- AIDS’in bilinçli olarak geliştirildiğine ve Afrika’nın siyahlardan temizlenmesinin amaçlandığına inanıyor. Tuhaf olan, kiminle konuştuysam, bu sonuncunun doğru olduğuna inanmasıydı. Ben inanmıyorum, ama insafla ilgili bir nedenden değil.

Bugüne kadar AIDS yüzünden 15 milyon insanın öldüğü Afrika’da, 34 milyon AIDS’li var. Bazı Afrika ülkelerinde AIDS bugünkü Afrika gençliğinin yüzde 67’sini öldürecek.

Bu ve diğer tuhaf virüslerin sırrını bize kim söyleyecek? Kim hakikati konuşacak?

Aslında maymun konuşabilir, ama konuşmak istemez.

Maymun, insanın önünde konuşmaz. Çünkü maymun, eğer konuşursa, insanın onu yakalayacağını, dayak atacağını, zorla çalıştıracağını, yakıcı güneşte yük taşıtacağını bilir.

Afrikalı böyle düşünür.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *


Notice: Trying to access array offset on value of type bool in /home/ihsankaraman/public_html/wp-content/themes/celeste/views/prev_next.php on line 10
previous
OKUL FOTOĞRAFI BULMA REHBERİ
next
HER GÖRDÜĞÜNE İNANMA